Kendi ülkemiz adına “cadı kazanı” olarak tabir edilen bir gruptan, hesaplamalarımızın sahaya yansımadığı vahim bir başarısızlıkla yeniden eve dönme biletimizi garantilemiş olduk.

Aslına bakarsanız, ilk maçımızın ardından bu futbol ile devam edilemez algısı hemen oluşmuştu, fakat yine de takıma ve hocaya olan güvenimizi kaybetmemeye çalışmak zorundaydık.

3a-1

İlk maçın ardından sonucu konuşan hoca şu ifadeleri kullanmıştı :

“Hırvatistan maçındaki bazı şeylere dokunmamız lazım. Sadece savunarak olmaz. Ben, takımıma ‘18 önünde kalıyoruz. Gelene gidene vuruyoruz’ demedim, diyemem. Hiçbir zaman inancımdan ve felsefemden vazgeçmedim.”  demişti.

Ardından, kendi psikolojik durumunu değerlendirirken, “Ben, aslan gibiyim.” diyen Fatih Terim, “Oyuncularımla da övünüyorum, gurur duyuyorum. Mağlup olsalar da hesabı ben vereceğim.” ifadelerini kullandı.

İkinci maçı bekledik, takım sahaya çıktı ve kaçınılmaz sonumuz maçın ilk on dakikasında belli gibiydi :

“Milli takım kaybedecekti.”

Ama yukarıda belirttiğimiz üzere takım yenilecekse de sanırım hoca hesabın kendisine yazılmasına razı kalacaktı ya da kalabilecek miydi?

Maç bitmişti.

Skor  Türkiye : 0 – İspanya : 3

Maç sonu ise hocanın konuşmaları net olmuştu, mesajı kısaca şöyleydi:

“Bırakanla ve terkedenle hiç bir zaman uzlaşmadım. Gereği neyse yapılacak.”

Kızgındı. Üstelik fazla kızgındı.

Bu açıklamalardan sonra muhakkak hepimiz aynı şeyi düşündük.

“Hoca kadro ile oynayacak.”

Dinlediğimiz maç sonu takım değerlendirmesinden sonra bu yargıya ulaşmak kolaydı. Asıl sorulması gereken soru şuydu:

Peki ya ilk maçta hocanın tabiri ile bırakan ve terkeden oyuncularla neden 2. maça çıkılmıştı?

Turnuva öncesinde formsuz olan ve turnuva öncesi performansları beğenilmeyen futbolcular neden turnuva kadrosuna dahil olmuştu?

Bu topçular daha turnuva öncesinden hocanın tabiri ile bırakan ve terkeden oyuncu olduklarını yeterince yansıtmamışlar mıydı?

Bu soruların cevapları akıllarımızda dururken son maç gelip çattı.

Milliler 3 puan alacaktı, başka yolu yoktu. Buradan ileriye gidemeyeceklerini bilseler bile, stadları doldurup kendilerine destek veren onlarca ay-yıldız gönüllüsü futbolsevere bu borcu ödemeliydiler.

İspanya müsabakası sonrası sosyal medya tarafından takıma inanılmaz bir eleştiri yağmuru başlamıştı. Diğer gün ise ellerde kağıt kalem herkes hesap yapıyordu. Alınan kritik puanlar, diğer grup maçlarının olasılıkları…

Bütün bu puan arbedesinin içinde maç günü gelip çatıyordu.

Bu kez takımda değişiklikler olacaktı, olmalıydı.

Maç başladı, her birimiz  “demek ki elimizde iyi top oynayacak alternatifler varmış” dedik.

Sonra Emre Mor’un hafızalara kazınacağı sahneler çoğalmaya başladı. Gencecik yaşında, abilerinden daha iyi oynuyor, o yaşa kadar edindiği futbol becerisi ne ise hepsini sahaya vermeye çalışıyordu.

Her takımın önemli maçlarda sahada lider ve farklı oyunculara ihtiyacı vardır. Maç esnasında biri bir şey yapar, takım uyanır, ateşlenir, kendine gelir.

İlk gol o güzel çocuğun çabası ile takıma işte tam bu etkiyi yaratmıştı.

Yanlış anlaşılmak istemem, tek iyi oynayan oyuncu Emre değildi muhakkak, ama futbol ruhu ile diğerlerinden ayrılan bir profesyonel olan tek kişi o gece Emre’ydi.

Maç bitmiş, bu kez planlar başlamıştı.

Biz planlar ile boğuşurken diğer maçlardan alınan sonuçlar ne yazık ki bizleri eve göndermeye yönelik olmuştu.

Eve döndük peki ya sonra ne oldu? Buyurun enfes bir özet :

Oynanan karşılaşmaların ardından evine dönen takımlarda, teknik direktörlerin istifaları ve milli takımdan affını isteyen futbolcu haberleri medyaya yansıdı.

Biz ise sanki hiç bir şey olmamış gibi gündelik hayatımızın keşmekeşliği içine geri döndük. Prim tartışmaları, kısır futbol eleştirileri hemen unutuluverdi. Zaten yaşadıklarımız üzerinden bir değerlendirme yapma ve hatalarımızı öğrenme yolunda bir kültürümüz olmadığı için hiçbir zaman bir kritik yapmıyoruz.

3b-1

Milli takımımızın hazırlanmadan gittiği bir büyük turnuva ki bu turnuvaya da son anda kendi çabalarımızın yanı sıra büyük tesadüfler sonucu gittiğimizi de unutmayalım. Yine benzer durumla karşı karşıya kaldık ve iki kötü oyun mağlubiyetin ardından kazanılan bir maç ile birlikte diğer takımların bizim için galip gelmesini bekledik!

Elenmesine rağmen prim almaya hak eden tek milli takım herhalde bizimkilerdir! Milli takımın beş futbolcusuyla yurda döndüğünü ve hiç kimsenin onları karşılamadığını bir yere not edelim!

Buna karşın Arnavutluk milli takımının kendi ülkesinde nasıl karşılandığına bakabilirsiniz.

Sizden beklenenin en iyisini yerine getirmeye çalıştığınızda, insanlar size saygı gösterirler çünkü siz gerçekten onların bir parçası olduğunuzu ortaya koymuşsunuz demektir.”

Söylenecek derlenecek çok yazı çok söz vardı bize dair…

Fakat görüyoruz ki futbol düşkünlüğümüz hangi boyutta olursa olsun 78 milyon nüfuslu, onlarca yeteneği bulunan ülkemiz  3 milyon nüfuslu Galler kadar top oynayamadı!

Akılda kalanlara gelirsek, final maçından ziyade benim aklımda Almanya – İtalya karşılaşması kaldı. Sonuç penaltılara kalınca, iki takımda bombayı birbirlerinin kucağına atıp durdu. Fakat gülen taraf Almanlar oldu.

3

Portekiz… Ronaldo… ve diğerleri…

Final maçı için aklıma daha fazla şey gelmiyor.  Fakat Portekiz gerek kenar çalıştırıcıları gerekse takım olarak “A história da vitória” yani bir zaferin hikâyesini başardılar.

İçimden geçen şampiyon onlar mıydı? Elbette hayır.

Ama son kulvarı iyi dönüp, 2004 şampiyonasında Yunanlıların onlara yaptıklarını, Fransızlara yaparak güzel bir ders vermişlerdir.

Galler Milli Takımı’na ayrı bir yer vermek lazım, küçük ülkenin büyük takımı oldular. Güzel mücadele verdiler, Portekiz’e kafa tutabilseler fi nal de bizlere sürpriz yapmaları bile mümkündü.

1997 doğumlu Emre Mor, Euro 2016 Türkiye Milli Takımı’nın iz bırakan oyuncusudur. Hırsı ve yeteneği ile genç yaşında bir çok takımda güzel futbol deneyimlerini kendisinde biriktirme fırsatı vaat ediyor.

Yazımın sonuna gelirken kendi favorim kimdi belirtmek isterim. “İspanya…”

Elbette Türkiye Milli Takımı gönüllerin favorisiydi, fakat iyi futbol izlemeyi seven bir futbol sever olarak gruplardan çıkıp daha da ileriye gidebileceğine dair bir ışık görmüyordum. Zaten ne yazıkki böyle de oldu. Keşke ben yanılsaydım.

Öte yandan, “Hangi iki takımın fi nalini izlemek isterdin?” diye sorsalar, cevabım:

“ İspanya – İtalya” olurdu.

Diğer yazılarda görüşmek ümidiyle, futbolla kalın…

Fatma Yüksel

PAYLAŞ