Yeni okuyucu yahut geçmiş okuyucularla buluşmanın verdiği bu hazzı tarif ederken kısaca köşemden bahsetmek gereği duyuyorum. Bu köşede futbolcu isimleri, kulüp isimleri görmeniz pek mümkün değildir. Bazen traji komik hale gelen ve kendini tekrarlayan bu tip eleştirel yaklaşımları, görsel medya (tv), sosyal medya ve yazılı medyadan hali hazırda görmeniz mümkündür.

1b-1

Köşemde, sıradanlaştırılan ve soğutulan futbol temasına inat, “Neden Futbolu Sevmeliyiz” başlığını ekonomik, sosyopsikolojik ve sportif yanları ile incelemeye çalışacağım. Bu yüzden baştan söylemek gerekirse, ileteceğiniz her türlü eleştiri (olumlu/olumsuz), yukarıda bahsettiğim “Neden Futbolu Sevmeliyiz” temeline yapıcı bir katkı sağlayacaktır.

Hemen bir flashback ile sizinle etkileşim halinde değil iken “neler oldu futbolda” diye anlatmaya meyillensem de, aslında durumun geçen sezonlardan çok da farklı olmadığını, siz profesyoneller ve biz futbol severler yakinen bilmekteyiz.

Ne yazık ki, bu sezon da Türkiye’de kulüpler ve onun –sözüm ona- kurumsal işlemeye çalışan yapısı, deyim yerindeyse kapattığı köşeden gol yiyen kaleci misaliydi… Sanıyorum, benim gibi futbola “alt tarafı bir oyun değil” gözü ile bakan ve bu işin arka taraflarında çok daha ciddi unsurların varlığını kabullenen futbol severlerde, durumun vahim halini anlamışlardır. ( Milli takım skalasını da göz önünde bulundurursak )

Merhaba… Uzun zaman sonra yeniden bu satırları Tribune Sports Magazine ailesi için karalıyor olmaktan inanılmaz feyz aldığımı dile getirmeliyim. Daha önceki sayılardan gelen olumlu tepkilerinizi önümüzde ki yazı dizilerimde alabilmenin umudu içindeyim.

İtiraf etmeliyim ki, bu sezon açıldığında en büyük umudum, takımlarda ki yerli oyuncaların performanslarıydı ve en önemlisi bu performansların “Milli Takım” bünyesinde nasıl vücut bulacağı… Farkında olduğumuz bir yinelemeye parmak basmak gerekirse, milli başarıya olan açlığımızın sorumluları hala işlerinin başında ve yola devam ediyorlar. Üstelik, genel bir istikrar beklerken, bir türlü sabitlenemeyen bir başarı ivmemizin varlığını sindirmiş bulunmaktayız.

Buradan bir sonuca gelme niyetinde değilim… En azından şu an için… Bilinen bir gerçekten yola çıkıp neden bir sonuca değinmediğimin izahını yapmakla da yükümlüyüm elbet.

1a-1

Futbol; böyle kağıda döküp üzerine 11 kişinin adını yazıp, sağdan soldan da oklar çıkarıp, “Oğlum bak, bu adama burada böyle basacaksın”, “Bu köşeyi sen kapatacaksın”, “Gol atarsak bununla yer değiştireceksin” gibi basitleştirilmiş dilin ötesine geçip başka kafalarda yaşanmaya başlayalı uzun zaman oldu. İşte neden bir sonuca değinmediğime dair oluşan fikrimi, değişmeye direnen ve yukarıda ki basitize edilmiş mantıkla takımı figüre etmeye çalışan –profesyonel(!)- ve yarı disiplinli zihniyet boşluğunda çözüm arayan yetkili kimselere borçluyum.

İşin üzücü şekilde komikleşen tarafı ise, bu zihniyete ait inanç ve tutumları besleyen –kimseler- , ısrardan ödün vermeden bu çarkın böyle dönmemesi yönünde aksi bir tutum içinde değiller. Ama söz beylik laflara gelince; herkes, futbolu diğer herkesten daha çok biliyor. Kaldı ki, futbol tek düze bir mantığa oturtulacak bir disiplin türü değildir. Çoğuna göre komplikedir. Hatta objektif tutumu zorlaştıran, öznel bir bağı doğurur. Bu yüzden özellikle ülkemizde “Futbolu Ben Bilirim” cehaletine cürret edenlerden itina ile uzak durmanız futbolseverlik psikolojinize iyi bile gelecektir.

Diğer bir taraftan, bir kulübün, sezon içi kupa mücadelelerine hazır olma, inovatif gelişime açık bir teknik ekip oluşturabilme, kulüp gençlik akademilerini konumlandırıp gelecek jenerasyonu şimdiden aktif hale getirme ve en önemlisi ulusal bazda ele alındığında yetiştirilen yetenekleri marka yapma –yapabilme- gibi becerilerinin olması gerekmektedir. Devamında ki süreçte, markanın asla tamamlanmayan bir zincir olduğunu unutmamak oldukça büyük bir önem arz etmektedir. “Her zaman geliştirmemiz gereken bir parçamız

olacak” mantığı ile bütünleşmeyen kulüpler, süsleme olarak isimlerinin başlarına aldıkları “Büyük Takım” sıfatını ne kadar hak ediyor.. (?)

Gülümseyin.. Zira benim en çok gülümsediğim bölümler bunlar… Artık buna oturtulamayan rayda treni itmek mi dersiniz, kekin pişmemiş hamurunu, parmağınızla sıyırıp yemek mi ? Her durumda, temelsiz çözümleri yüzünden ayağa kalkamayan bir Türk futbolu ve boşa giden yetenekler için şimdi üzülünüz.

Yeniden buluşma yazısını çok daha iç karartıcı hale getirmeden, kısaca benimle ve genel olarak futbol bakış açımla tanışma sabrını göstereceğinize inandığımdan teşekkürü borç bilirim. Çok sevdiğim bir kitaptan kısa bir alıntı ile yazımı tamamlarken, gelecek yazıda –ki daha uzun ve iç karartıcı olacak- buluşma ümidi ile futbolla kalın. “Sonraları kadınlara nasıl âşık olduysam, futbola da öyle âşık oldum: Ansızın, açıklanamaz bir şekilde, üzerine kafa yormadan, getireceği acı ve kafa karışıklığını bir nebze bile düşünmeden.” Nick Hornby

Fatma Yüksel

PAYLAŞ