Değerli Tribune Sports Magazine okuyucuları, Tribune Sports Magazine’nin yeni bir soluğu olan bu köşeden herkesi futbolun güzellikleri ile selamlıyorum… İçinde bulunduğumuz zamanlar ne yazık ki gerek yurdumuz, gerekse dünyanın diğer kıtalarında oldukça düşündürücü şekilde cereyan eden bazı ideolojik-etnik-dini ve daha birkaç nedenden dolayı meydana gelen felaketleri içinde barındırıyor.

Unutmamalıyız ki, insanoğlu yaradılışından günümüz serüvenine dek güçlenerek ve her dönem zorluklardan geçerek hayata tutunma içgüdüsü ile ayakta kalmayı başarmıştır.  Bazen de başaramayıp diğer mutlu günleri gelecek nesillerin görmesi umudu ile ölümü anlamlandırmıştır. Fakat her ne olursa olsun, insanların yaşam hakları çerçevesinde gelişen olaylara baktığımızda, bütün bu yaşanan üzücü vakaların tamamen SON bulması ümidini siz değerleri okuyucularla paylaşmak isterim. Yitip giden hayaller ve canlar içinde bütün geride kalanlara tüm kalbimle sabır dilerim.

“Bir söylentiye göre, parası olan bir Napolili önce kendine yiyecek bir şeyler alır, sonra futbol maçına gider ve bunlardan arta kalan parası olursa da kendine oturabileceği bir ev ararmış. Brezilya’ da ise en küçük köyde bile mutlaka bir kilise ve bir futbol sahası bulunurmuş.”

Simon Kuper ‘in kitabından güzel bir alıntı ile başlamak isterim. Bu cümleyi okuduğum anı iyi hatırlıyorum, hatta kendime sesli olarak bir kaç kez tekrar etmiştim.

“Gerçekten bu kadar fanatik olduk mu?” sorusunu sormaktan kendimi alamıyordum. Elbette ki olmuştuk. Takımlarımıza ait eşyalarımız, maç biletleri/kombineler, sırf takımın kasasına gitsin diye yapılan diğer harcamalar, alışveriş yaparken bile bilinç altımızın bizi takım renklerine göre alışveriş yaptırma oyunları..! Daha niceleri…

Bunu unutup maddi külfetlerini bir kenarıda bırakalım. Takımımıza küfür edilse anında kişiselleştirip algılıyoruz, onun için statlarda rakip takımlara hakaret ediyoruz, küfrediyoruz, kavga ediyoruz, yenilince ağlıyoruz, yenince havalara zıplıyor, takım marşlarıyla caddeleri dolduruyoruz.

2a-1

Futbolun en büyük başarısı kuşkusuz insan doğasından izler taşımasıdır. İçerdiği umut ve korku, sevinç ve hayal kırıklığı, haz ve acı, savunma ve saldırı, galibiyet ve mağlubiyet, fizik, güç ve şiddet gibi unsurlar onun bireyin kendisini futbolla olan özleştirmesi ile anlamlı kılar. Kendi benliğimizde, ona ayırdığımız yerde, hayatımızın bir çok bölümünden farklı olarak onunla daha iyi empati kurarız. Ruh halimiz  ve sosyal çevremizle kurduğumuz iletişimden daha içten bir bakış açısı yakalarız. Hatta iddia ediyorum, duygusal zekalarımızın yüksek çıkacağı bir yeri işgal eder beyinlerimizde futbol…  “Ben olsam o topa böyle mi koşardım.. Ben olsam burda faul çalmazdım. Ben olsam bu takımı bu şekilde yönetmezdim. Ben olsam ikinci yarı o mevkiden o adamı kesmezdim.” Futbolun içindeki tüm aktörlerle benzer empati diyaloğuna girer, yukarıda saydıklarımı da gerek kendimden gerek futbolseverlerden sıkça işitirim. Bu nedenle, futbolun basit bir oyun biçiminin uzantısından öte, sistem içinde aldığı bu misyon kulüp, taraftar ve futbolcu üçgeninde daha derin ve içsel bir anlama işaret etmektedir. Anlam demişken bir varsayımda bulunmadan edemeyeceğim…

Dürüst olmak gerekirse, duygusal anlamda futbola olan bağlılığımızı göz önüne alırsak ve bu bağa subjektif bir yaklaşımda bulunursak şu soruyu kendime ve sizlere yöneltmek istiyorum: Kız/erkek arkadaşımızla bu kadar tutkulu ve gerçek olan manevi ilişkileri ne kadar sık ve ne kadar uzun süreli yaşıyorsunuz ?

İlk cevap benden gelsin.. “Sıklığı neredeyse hiç, uzunluğu da buna paralel olarak çok kısa…”

Bu cümleleri erkeklerden duymaya alışık olsanız bile benimde bir erkek arkadaşıma;

“Kusura bakma hayatım, akşama El Clasico var, bizim yemeği başka bir zamana erteleyelim.” gibi ilişkinin bağlılığını futbolun bağlılığına değiştiğim anlar var. Eminim sizlerinde vardır.

Kısacası itiraf edelim: “Her birimiz onun platonik aşıklarıyız”…

Futbol olgusuna ithafen, alanında örnek çalışmaları ve futbol üzerine yazmış olduğu neredeyse tüm yazılarını takip ettiğim değerli akademisyen Ahmet Talimciler’in “Futbol Nedir Ki” isimli yazısının bir bölümünü de sizlerle paylaşmak isterim. Yazının içeriği benim köşemde sıklıkla dile getirdiğim futbolun derin bir oyun kurmacasının izlerini taşımakla birlikte enfes bir harmoni olmuş.

“Futbol, farklı kimlikleri birarada toplayabilme potansiyelini içinde barındırması nedeniyle diğer spor türlerinden ayrılan “derin bir oyun”dur. “Biz kimliğinin” yaratılmasının yanı sıra bize “rakip/ öteki” kavramını da sunmak suretiyle toplumsal hayatımızda önemli kazanımların oluşmasına katkıda bulunur. Dünyanın en kitlesel ve medyatik alanlarından birisi olması nedeniyle de hemen her kesimin ilgisini üzerine çekmeyi başarır. Siyasetçilerden, yatırımcılara, medyadan, sokak satıcılarına kadar herkes için futbolun ayrı bir önemi ve ayrı bir kullanım sahası mevcuttur. İsteyen istediği biçimlerde futbol üzerinden kendi payına düşeni uzun zamandan bu yana almaya çalışmaktadır. Öykülerin anlatıldığı, büyük paraların döndüğü ve çocukların kendilerini özdeşleştirdiği rol modellerini buldukları futbol dünyası, her zaman güzellikler içermez. İşin bir de olumsuzlukları içinde barındıran ya da bu çirkinliklere de vesile olabilen bir yanı sözkonusudur. Böylesine kitlesel bir alanın, kendi ideolojik bakış açılarını göstermek isteyenler açısından da elverişli olduğunu ve mesajlarını bu mecradan yaymak istediklerini tarih bize defalarca gösterdi. UEFA ve FİFA’nın bütün organizasyonlarında ısrarla rakibe saygı, ırkçılığa hayır ve fair play vurguları yapması tesadüf değil.

Hoşgörü ve farklılıklara tahammül edebilme düzeyimiz, rakiplerimize olan yaklaşımlarımızda ortaya çıkmaktadır. Futbol sahalarında rakip takım taraftarlarına yönelik davranışlar ile aslında kendimizi tanımlarız. Olağanüstü hâlleri olağanlaştırma konusunda çok maharetli olduğumuz için ülkemizde oynanan pek çok karşılaşmaya rakip takım taraftarları alınmamaktadır. Futbolun rakiple güzelleştiği ve rakiple anlam kazandığı gerçeğini ısrarla görmezden gelen zihniyet açısından durum gayet nettir: Gelmezlerse olay çıkmaz. Bu anlayışın en çok kulüp yönetimlerinin işine geldiğini ve futbol medyasının da bunu her defasında destekleyici söylemleri hayata geçirdiğini görüyoruz. Maçların hassasiyetine binaen alınacak önlemlerin hassasiyeti de artmakta hattâ valinin oluruyla rakip taraftarlar stadyuma alınmayabilmektedir. Rakibimizi öncelikle futbol sahalarından ve daha sonra da hayatımızdan dışlamayalım. Hayatın rengi ve güzelliği biraz da bunu bize yaşatan rakiplerimizle olan ilişkilerimiz içinde gerçekleşmektedir.”

2

Sonuç olarak diyebiliriz ki; futbolun bugünkü durumuna bakınca -ticari birer meta haline gelen futbol ruhunu saymazsak- toplumu örgütlemede futbolun üzerine büyük rol düştüğünü görürüz. Temel amacı toplumu gündelik sıkıntılardan uzaklaştırmak ve sosyalleşmesini tamamlamak olan futbol, insanları birbirlerine düşürmemeli, toplum yapısına zarar verir hale getirmemelidir. Bunu başarmada en önemli görev kulüplerde ve medyadadır. Sağduyulu kulüp yöneticileri ve medya üyelerine bilinçli kamu elemanları da eklenince futbol insanlar arasında bir şiddet gösterisi olmaktan çıkıp sportif bir seyir halini alacaktır.

Yeniden bir araya gelinceye dek futbolla kalın, sağlıcakla kalın…

Görüşmek dileğiyle…

Fatma Yüksel

PAYLAŞ