Türkiye’de 3 tane spor kitabı olan tek kadın yazar, akademisyen. Futbolun endüstriyel sosyo-politik ve tarihsel yanıyla ilgili sayısız araştırması var. Dikici’ye göre

“Türk futbolunun en büyük sorunlarından birisi popüler olanı kaliteli sanması ve profesyonellikten uzak yönetim anlayışı.  Tesisleşme, altyapı yatırımları, kulüplerin profesyoneller tarafından yönetilmesi, uzun vadeli stratejiler, güçlü CRM, PR ve markalaşma…

Bunlar eksik olunca iş ortaklıkları da ahbap çavuş ilişkisinden öteye gidemiyor.” diyen Dikici ile kitaplarını, tribünleri ve futbol endüstrisini konuştuk.

 

Kısaca Sema Tuğçe Dikici kimdir? Bahsedebilir misiniz?

Sema Tuğçe Dikici 10 yıldır spor sektöründe yer alan bir akademisyen. Şu anda Okan Üniversitesi Spor Yöneticiliği Bölümü’nde görev alıyor. Spor endüstrisi, futbolun sosyolojisi, taraftarlık ve siyasi tarih üzerine 3 farklı kitabı var. İlki, “Çarşı Bir Başka Taraftarlık”. Ki bu Türkiye’de bir taraftar grubu hakkında yazılan ilk tez çalışması da aynı zamanda. İkincisi 2014 çıkan “Yakarız Bu Gezegeni”. Üçüncüsü ise “Futbol”. Futbolun beşeri unsuru taraftarlık, tribün kültürleri, tribünler arasındaki sosyo-politik ayrışımlar ve referanslar da araştırmalarının odak noktası aslında.

 

Kitaplarınızın genel içeriğinden bahsedebilir misiniz?

Kitaplarımda, “Futbolu güzel kılan taraftardır” anlayışından yola çıkarak taraftarlık hikayelerinin tarihsel arka planlarına dikkat çekmeye çalıştım. Tribün dediğimiz olgu sadece sportif rekabetten haz alan bir topluluk değil, yaşadığı toplumun adeta bir prototipi. Toplumların gelişmişlikleri, kadın erkek ilişkilerini, siyasi konjektürünü, sosyo-politik ve kültürel kimliklerini bize sergilemekte. Neden endüstriyel futbola karşılar? Bu kadar çok sevip bu kadar ölesiye nefret ediyorlar rakiplerinden? Veya neden savaşlar, devrimler, doğal afetler olsa da değişmeyen tek şey oyuna duydukları aşk olabiliyor? İşte bu sorulara yanıt arıyorum kitapta. Hem bir sosyal bilimci, hem bir taraftar, hem de sektörün içinden biri olarak.
Beşiktaşlı kimliğinizi gizlemiyorsunuz. Akademik çalışmalarınızda ya da maç yazılarınızda bu kimliğinizi yansıttığınıza dair eleştiriler alıyor musunuz? 

Futbol, taraf olmadan anlaşılabilecek bir kavram değil. Futbolu sevip de tarafsız olmak bana biraz garip geliyor açıkçası. Rasyonal bir şekilde davranıp, hep güzel golleri izleyip, başarılı takımları takip edeceksek futbolun ne zevki kalıyor ki? Taraf olmaya gelince, akademik çalışmalarımda objektif olmaya özen gösteriyorum ama araştırmalarımı kendi yorumlarımla harmanlarken renk veriyorum bence. Özellikle maç yazılarımda muhakkak bir motif oluyor Beşiktaşlı’nın anlayacağı… Ama hiçbir zaman karşı tarafı rencide edici bir uslubum olmadığından bu güne kadar ciddi bir olumsuz geri dönüş almadım.

 

Kitapta tüm dünyadaki tribün hikayelerine ve rekabetlerine yer vermişsiniz. Bizdeki rekabeti farklı kılan nedir?

Bizde enterasan bir durum söz konusu. Renklerimiz farklı, rekabetlerimizin çoğu zaman şiddetli olsa da sınıfsal, etnik, politik veya dinsel ayrışmalarımız yok Avrupa’daki gibi. Sadece belli bir bölgenin oyuncuları oynatan futbol takımlarımız, sırf eziyet olsun diye misafir takımı saatlerce havaalanında esir eden bir anlayışımız yok mesela. Canımızı acıtan olmadıkça hiçbir ulusun bayrağını yakmıyoruz. Ratko Mladiç, Željko Ražnatović gibi binlerce masumu öldüren katilleri idol olarak kabul eden, Japonya eski başbakanına suikast düzenleyen Ahh Kung-geun’in dev bayrağını

asanlar gibi taraftarlarımız yok bizim. Kimsenin toprak bütünlüğünün bozulması derdimiz değil. Söz konusu vatan olunca hepimiz biriz. 15 Temmuz sonrasında meydanlarda kolkola yürüyen, asla yanyana gelmez dediğimiz rakipler değil miydi? Depremzedelere, kimsesiz çocuklara, şehit ailelerine yardım kampanyaları düzenleyen, Kızılay’a en çok kan bağışı yapmak için birbiriyle yarışan kimler? Futbol kulüplerimiz birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz o anlarda birer sivil toplum kuruluşu gibi davranmıyorlar mı? Sayılacak çok örnek var aslında. Ve bir gerçek var ki, Türkiye’de futbol kulüpleri, tribünler birlik ve beraberliğin en büyük savunucuları.

 

Türkiye’de futbol endüstrisinde son yıllarda en dikkat çeken unsur ne sizce?

Bence kesinlikle yeni stadyumlar. Hem bulundukları şehre, hem de ev sahibi takıma ve dolayısıyla futbol endüstrisine büyük katkıları var.  Torku Arena, Yeni Antalya Stadı, Timsah Arena, Vodafone Arena, Yeni Eskişehir Stadı ve en son Akyazı Stadı…. Ligin son şampiyonu Beşiktaş’tan örnek verelim. 2014-15 sezonunda maç günü gelirleri 217,5 milyon TL olan siyah beyazlı ekip, Vodafone Arena’nın açılması ve şampiyonlukla birlikte maç günü gelirlerini %83,4 oranında arttırarak 323,4 milyon TL’ye ulaştırmış. Bu muazzam bir yükseliş. Yine benzer şekilde Konyasporlu taraftarlar son iki sezondur istikrarlı bir şekilde yeni stadyumlarında takımlarını yalnız bırakmıyorlar. En fazla kombine satan kulüplerden biri Atiker Konyaspor. Bu sadece kulübün maç günü gelirlerini arttırmıyor, takımın taraftardan aldığı moral ve motivasyonu da güçlendiriyor.

 

Sponsorluklar kulüplerin en büyük gelir kalemlerinden biri.  Süper Lig’de başarılı ve uzun vadeli anlaşmalar olduğu kadar sponsor bulamayan takımlar da çok. Sizce bunun esas nedeni nedir?

 

Türk futbolunun en büyük sorunu popülerlikle kaliteyi birbirine karıştırması bence. Burada kastettiğim kalite sadece sahada oynanan oyun değil. Tesisleşme, altyapı yatırımları, kulüplerin profesyoneller tarafından yönetilmesi, uzun vadeli stratejiler, güçlü CRM, PR ve markalaşma… Bunlar eksik olunca sponsorluk arayışları ahbap çavuş ilişkisinden öteye gidemiyor. Olan sponsora da “sadece para veren” gözüyle bakıldığı için uzun vadeli iş ortaklıkları kurulamıyor, gelen kaçıyor. Sponsorluğun hibe para değil “kazan-kazan” mantığı ile çalışan bir iş ortaklığı olduğuna inanmalı önce kulüpler. Ve  “Bu iş ortaklığını en başarılı şekilde nasıl yönetebilirim?“ mantığı ile hareket etmeli.

 

Digitürk, sezonluk 500 milyon dolardan 5 yıllığına futbolun yeniden yayıncısı oldu. Yayın hakları konusunda da ciddi bir artış söz konusu. Kulüplerin kasasına giren para da artacak. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

 

Spor Toto Süper Lig, Avrupa’da yayın gelirlerini en fazla arttıran 4. lig şuanda. 1994-1996 yılında ilk yapılan ihalede pasta payı 30 milyon TL idi. Düşünün nereden nereye geldiğimizi. Ama halen eksiklerimiz var. Özellikle distribution gelirleri konusunda. Ligimizi bizim dışımızda seyreden yok. Oysa Avrupa’nın en büyük liglerini önemli bir gelir kalemi de bu. Premier Lig’in distribution geliri 1 milyar euro’yu geçmiş durumda. Bizim de Avrupa’nın hatta dünyanın her yerinde izlenenen, takip edilen bir lig olmamız gerekiyor. Tabii bunun için kaliteli futbol oynamak da elzem.

PAYLAŞ